19 Mayıs 2014 Pazartesi

Mostar köprüsü

Mostar Köprüsü / Bosna - Hersek


Mostar köprüsü 1566 yılında Mimar Sinan’ın yetiştirdiği ustalardan Mimar Hayreddin işçiliği ile 456 adet içten demirli kalıp taş kullanılarak inşa edilmiştir. Köprü 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine eklendi.

 Mostar Köprüsü
 Mostar Köprüsü
Mostar köprüsü tarihi adeti ile beraber anılır, evlenmek isteyen erkekler cesaretlerini göstermek için Mostar köprüsünden, Neretva Nehirine atlar ve nişanlılarına bu yolla cesaretlerini kanıtlarlardı. 

 Mostar Köprüsü
 Mostar Köprüsü
Mostar Köprüsünün bir yakasında Boşnaklar diğer yakasında ise Hırvatlar yaşamaktadır. Bu sebeple Mostar Köprüsü kültürel 400 yıldır çeşitliliğinin sembolüydü. Bosna Hersek'de yaşanan iç savaş sırasında köprü tamamen yıkıldı ve tüm nehir boyunca saçıldı. Macar dalgıçlar tarafından nehirden çıkartılan Mostar köprüsü taşları UNESCO ve Dünya Bankası desteği ile tekrar inşa edildi. 

Einsteinden Atatürke mektup

“Almanya'da 1932 sonbaharında yapılan genel seçimleri, Adolf Hitler'in Nasyonal Sosyalist Partisi, yani Naziler kazandı ve Hitler, 1933'un 30 Ocak günü başbakanlığa getirildi. O tarihten birkaç sene önce başlamış olan Yahudi karşıtı hareketler Nazilerin iktidarı elde etmelerinden sonra daha da arttı ve çok sayıda Yahudi, Almanya'yı terk etti. Ayrılma hazırlığı yapan Yahudiler arasında dünyanın önde gelen bilim insanları da vardı ve Albert Einstein da onlardan biriydi. Berlin Üniversitesi'nde hocalık yapan ama kısa bir müddet sonra artık ders veremeyeceğini fark eden Einstein, 1933 ilkbaharında Almanya'dan ayrıldı, Fransa'ya geçti ve Paris'teki 'College de France'da hocalık yapmaya başladı.

Albert Einstein, 1933'un 17 Eylül'ünde Ankara'ya bir mektup gönderdi. Einstein, 'Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkanlığı'na, yani Başbakanlığa hitaben son derece nazik bir dille yazdığı mektubunda Almanya'daki bazı kanunlar dolayısıyla çok sayıda Alman bilim insanın mesleklerini icra edemez hale geldiklerini söylüyordu. Bilim insanlarının çalışabilecekleri bir ülke aradıklarını da anlatan Einstein, 40 kişilik bir uzman listesi hazırladıklarını yazıyor, bu kişilerin hiçbir karşılık beklemediklerini anlatıyor ve Türk Hükümeti'nin söz konusu bilim insanlarını kabul etmesi halinde sadece insani bir faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağını, Türkiye'nin bu kabulden büyük kazanç sağlayacağını da ifade ediyordu. Türkiye'nin bu tarihten hemen sonra 40'tan fazla Alman bilim insanını davet edip üniversitelerde görevlendirmesi ve Üniversite Reformu'nun da bu sırada yapılması, teklifin kabulünde çok daha yüksek bir makamın, yani bizzat Reisicumhur Mustafa Kemal'in devreye girmesiyle mümkün oluyor. Einstein'ın Atatürk'ü kastederek: 'Dünyanın en büyük liderine sahipsiniz. 1933'teki üniversite reformunuz sırasında beni de ülkenize davet etmişti' dediğini naklediyor.

***
Mektup söyle :'Ben, sadık hizmetkarınız Prof. Albert Einstein. Ekselansları, Almanya'dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye'de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya'da halen yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu ilim adamları, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum. Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan, Prof. Albert Einstein'

16 Mayıs 2014 Cuma

Memetçik Memet













  

   Dünyada yenilgiye uğrayan faşizm,Türkiye'de semirmekteydi.Bağımsızlık savaşı ile kazanılanlar oy pazarına
sürülmüştü.Her çalınına ardında bir düşman ,her kıpırtının ardında bir isyan gören göz,bütün kimliğiyle , Köy
Enstitülerine çevrilmiş,eğitim tarihimizin en büyük kıyımı başlamış,gencecik insanlar üzerinde korkunç bir terör
estirilir olmuştu.

TOPRAK REFORMU VE KÖY ENSITÜLERI

TOPRAK  REFORMU VE KÖY ENSITÜLERI
Osmanlı (TÜRK) Devleti'nin parçalanmasının ardından kurulan “TÜRKIYE CUMHURIYETI"nin her konuda büyük bir enkaz devraldığını ve feodal yapıdan çağdaş sisteme geçerken yasadığı zorlukları akil ve mantık sahibi , art niyetli olmayan herkes az çok bilir.Bilmesi de gereklidir,zorunludur' da.Hepsi ayrı ayrı ele alınacak o kadar olay ve konu var ki;saymakla bitmez.Bazılarının hala çözümlenemediği ve bu gidişle de çözülemeyeceği veya hayli zor olduğu da bir gerçektir.İste bunlardan birisi de ve beklide en önemlisi "Toprak Reformu"dur.
TOPTAK REFORMU:Büyük ATATÜRK' ün en büyük ideallerinden birisiydi ve gerçekleşmesini çok istediği bir konuydu ,Toprak Reformu.Bir tarafta onbinlerce dönüm arazisi ve onlarca hatta yüzlerce köyü olan toprak ağaları,diğer tarafta,topraksız evsiz barksız milyonlarca insan.Bu dengesizliğin giderilmesi için gerekliydi Toprak Reformu.O günlerdeki adıyla" Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"11 Haziran 1945 yılında kabul edildi.Buna göre,toprak sahipliğinde mülkiyet üst siniri en fazla besbin(5.000)dönüm,alt sinir ise elli(50)dönüm olacaktı.Kısacası topraksız köylü kalmayacak,ağalık ve beylik son bulacak;herkes kendi isinin ve toprağının efendisi olacaktı.Eğer uygulanılsaydı veya uygulansa,uygulanabilse ki,mümkün görülmemektedir su aşamada,müthiş bir gelişme olacaktı veya olur.İyi de mecliste kabul edilen bu kanuna kimler karsı çıktı,konunun can alici tarafı da burada zaten.Buna bağlı olarak Demokrat Partiyi kimler kurdu?
Mecliste bulunan "Toprak Ağası" millet vekilleri bu kanuna(paylaşıma) şiddetle karşı çıktılar.Saltanatları,ağalıkları,şan ve şöhretleri bir anda yok olacaktı.Onlar için halkın değil,kendilerinin varlığı ve mutluluğu önemliydi.Bu milletvekillerinin başlıcaları ve en çok karşı çıkanlarından bazıları şunlardı o zaman,Adnan MENDERES,Celal BAYAR,Celal RAMAZANOGLU,Fevzi Lütfi KAROSMANOGLU,Emin SAZAK,Cavit ORAL ve diğerleri.Bu reform karşıtı toprak ağası millet vekillerinin ilk icraatı ne oldu biliyormuşsunuz?Halka daha iyi hizmet edeceğiz vadiyle ve halk için uygulanacak olan kanuna karşı çıkarak DEMOKRAT PARTI (DP)yi kurdular.Nasıl bir hizmet anlayışı ise?Amaçlarına da ulaştılar ve kanun uygulanmadı,uygulanamadı ve reform rafa kaldırıldı bu halktan yana(!) olan toprak ağalarının cambazlığı  ve kurdukları parti sayesinde.İnsanimiz bunu hala kavrayamadı,bu gidişle de kavrayacağa pek benzemiyor
Halbuki;Büyük ATATÜRK' ün en büyük emellerinden di "Toprak Reformu"nun gerçekleşmesi.O,dememsimiydi?Milletin Efendisi Köylü diye. 1 Kasım 1928 de TBMM nin üçüncü dönem ikinci toplantısında yaptığı konuşmada,"Sark vilayetlerimizin bir kısmında ihdas edilen(oluşturulan)umumi müfettişlik isabetli ve faydalı olmuştur.Cumhuriyet'in kanunlarının emniyetle sığınılacak yegane yer olduğunun anlaşılması bu havalide huzur ve inkisaf(gelişme) için esaslı bir mebdedir(başlangıçtır).Yeni faaliyet devrimizde,gerek bu havalide,gerek memleketin diğer kısımlarında toprağı olmayan çiftçilere toprak tedarik etmek(saglamak) meselesiyle ehemmiyetli olarak istigal buyuracaksiniz(mesgul olacaksınız/uğraşacaksınız).Hükümetin şimdiye kadar bu yolda devam eden gayretine  yenin tedbirlerimizle daha ziyade vüsat vermeye (genişletmeye/artırmaya) muvaffakiyetinizi temenni ederim". Yine,1 Kasım 1929 da TBMM nin üçüncü dönem toplantısını acarken de  diyor ki:" Çiftçiye arazi vermek de hükümetin mütemadiyen takip etmesi gereken bir keyfiyettir.Çalışan TÜRK köylüsüne isleyebileceği kadar toprak temin etmek memleketin istihsalatini(üretimini) zenginleştirebilecek baslıca çarelerdendir."Ayrıca 5.dönem 2. toplantı yılını acarken 1 Kasım 1936 da da milletvekillerine söyle sesleniyor:"Toprak Kanunu'nun bir neticeye varmasını Kamutay’ın  yüksek himmetinden beklerim.Her TÜRK çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması,behemehal lazımdır.Vatanin sağlam temeli ve imarı bu esastadır".Ne yazık ki ATATÜRK'ün sağlığında bu rüyası gerçekleşememiştir.
Halka hizmet edeceğini ilan eden ve 7 Ocak 1946 da kurulan ama aslında halka karşı olan Demokrat Parti(DP),görece ve sahte kandırmacalar la halkı uyutmayı ve kendine çekmeyi başarmıştır.Bu başarıda ki en büyük silahı da sinsice Allah ile aldatma ucuzluğu olmuştur.(Ayni onların yolunda olan şimdikiler gibi,halkı uyutmalılar ki;atlarını istedikleri gibi oynatsınlar).
KÖY ENSITÜLERI:Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL zamanında 17 Haziran 1940 yılında 3803 sayılı "KÖY ENSTITÜLERI" Kanunu kabul edilmiştir.Amacı:Köy öğretmeni ve köye hizmet götüren diğer yararlı meslek sahipleri yetiştirmek,onları köylerde görevlendirmek ve böylece Anadolu köylerini ve köylülerini aydınlatmak,geliştirmek uyandırmak,verimli ve bilinçli yurttaşlar haline getirmektir.Milletin efendisi yapmaktır.(Bu mucize ve efsane toprak ağalarının isine gelmeyecekti ve gelmedi de)
Köy Enstitülerini bitirenler sadece okulda çocuklara okuma yazma öğretmekle kalmayıp,tain edildikleri köyün ve köylerin,her türlü eğitim ve öğretim islerini görürler.Ziraat islerinin günün koşullarına göre islemesinde rehberlik yaparlar ve uygulatırlar,örnek bağ bahçe ve tarla,atölye gibi tesislerde köylüye rehberli ederler.(Köy Enstitüleri Kanunu Md.6). Yani Köy Enstitülerini bitirenler;köylüye her türlü yeniliği,çağdaşlığı öğreten aydın ve rehber öğreticilerdir.Oldukça da yararlı ve basarili olmuşlardır tüm yurt genelinde.19 Haziran 1942 de çalışmaları ve teşkilatları daha da geliştirilmiş ve hizmetler basarili olmaya devam etmiştir.."ÖRNEK VE BASARILI CALISMALARIYLA,KÖY ENSTITÜLERI ATATÜRKCÜ VE DEVRIMCI KURUMLARDIR" Bu basarili çalışma  ve uygulamalar,halkın uyanması, islerine gelmeyen toprak ağaları basta olmak üzere karşı devrimcileri ürkütmüştür. Çünkü onlar kalkın bilinçlenmesini ve aydınlanmasını istemiyorlardı(simdi de öyle değil mi).Türlü çirkeflik ve oyunlara başvurulmaya başlandı ve ilk önce Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel hedef alindi ve harcandı(şimdide halktan ve haktan yana olanların haince harcanıldığı gibi).5 Haziran 1946 da efsane bakan istifa ettirildi.İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakki Tonguç görevden uzaklaştırıldı.
Hasan Ali YÜCEL'in yerine Milli Eğitim Bakanlığına karsı devrimci Reşat Şemsettin SIRER atandı.Tez zamanda kendisinden beklenileni yapmakta gecikmeyen SIRER,Köy Enstitülerini,Köy Enstitüsü olmaktan suratla uzaklaştırdı.Zaten asil amacı da oydu "Karşı Devrim"cilerin.Onda da basarili oldular.
Buna paralel olarak,Toprak Ağası Cavit Oral da Tarım Bakanlığının başına getirildi.Tarih.8 Haziran 1948.Böylece iki karşı devrimci bakan elbirliği ederek;Köy Enstitülerini ve Toprak Reformu'nu tarihe gömdüler.Kendilerine verilen görevi,karşı devrim görevini olağanüstü başarıyla yerine getirdiler.Sonrası nemi oldu?14 Mayi 1950 de Demokrat Parti iktidara geldi.27 Ocak 1954 tarihinde çıkartılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitülerinin kalan yıkıntılarına da son verildi, Demokrat Parti tarafından.Onlar ki halk için ,halka hizmet için geldiklerini söylüyorlardı.(Şimdikiler gibi)halkta inanıyordu ve çeşitli entrikalarla inandırılıyordu.(Simdi de ayni taktik uygulanılmıyor mu?)
Benim anlatmaya çalıştığım su:10 Kasim1938 den itibaren karşı devrim tüm hızı ve her türlü şirretliğiyle "ATATÜRK ILKE VE DEVRIMLERINE" karşı bir savaş açmıştır.Saldırılar amacına tam ulaşamadığı için bütün hızıyla devam etmektedir.Nasıl mı? Dün Köy Enstitülerini ve Toprak Reformunu ve her türlü yeniliği türlü sinsiliklerle imha edenler simdi yine benzeri uygulamalarla çalışmalarını sürdürmektedirler.Zerzevat paketleriyle,insan hakları yutturmacalarıyla,ilimli İslam safsatalarıyla,Allah ile aldatma cambazlıklarıyla,insan hakları yutturmacalarıyla,dinin emri diye Hıristiyanlık giysilerinin inancın gereği gibi zorlanmalarıyla,TÜRKIYE CUMHURIYETI'nin ecnebilere jurnal manevralarıyla ve inançlı inançsız ayrımcılıklarıyla.Mandacı zihniyet teslimiyetçilikleriyle.Numaracı cumhuriyet maskaralıklarıyla.Daha neler neler. Yani amaçlarına ulaşmak için her türlü dahili ve harici oyunlara başvurarak.
Eğer Köy Enstitüleri öldürülmeseydi ve eğer Toprak Reformu toprak ağaları tarafından engellenmeseydi halk aydınlanacak ve gerçeği görecek,bu cambazlara pabuç bırakmayacaktı.Simdi anladınız mı ne denilmek istenildiğini ve yazının baslığının amacını?

Hiçbir iktidar masum değildir. Her iktidar öldürür. Kimi daha az, kimi daha çok.





*
Olaylar, Maya adlı bir üniversite personelinin ağzından anlatıyor. Amerika'dan gelen Maximilian Wagner adlı profesörle tanışmasının ardından başına gelen olayları, Nazi Almanyası, Yahudilerin çektikleri zorluklar, Maximilian Wagner ile kavuşamadığı yahudi eşi Nadia'nın ilginç hayatını konu  ediyor. Kitabı okuduktan sonra Mavi Alay, Scurla Raporu , Struma Gemisi ve Yahudi Soykırımı ile ilgili bilinmedik yeni şeyler öğreniyorsunuz. Yahudi Soykırımı sebebiyle Türkiye'ye gelen bir çok profesörden bahsediyor mesela. Burada eğitim sistemimize büyük katkıları olan kişileri tanıtıyor. Mesela benim en çok ilgimi çeken bilim adamı, "Erich Auerbach" oldu. Kitapta Mimesis adlı eserinden bahsediyor. Son derece önemli bir eser olduğunu söylüyor. Açıkçası okuma isteği uyanıyor insanda...
*



Maria Farantouri-Vrisi Tis Anatolis / Memik oğlan


Maria Del Mar Bonet / Leylim ley




Freud, Din ve Medeniyet

Sigmund Freud, din ve medeniyet

Sigmund Freud, din ve medeniyet
Freud Psikoloji alaninda bilinçalti ile ilgili teorilerini dünya kamuoyuna duyurmuş ve yeni bir sayfa açmıştır. Kimilerine göre bir dahi, kimilerine göre seksle fazla haşır neşir olmuş bir doktor, kimilerine göre ise Psikoanaliz ile zihnin kapilarini aralayan merakli bir psikologtur.
Toplum düzeni ve din hakkinda ilginç fikirlere sahip olan Freud medeniyet dedigimiz toplum yasam biçiminin bireyler üzerinde bir baski olusturdugunu ve bu baskinin ancak içgüdülerini uzmanlik derecesinde kesfetmis kisilerin azaltabilecegini savunuyordu. Freud’a göre medeniyet, güdülerimizi(wish fulfillment) tatmin etmemizi engelliyor ve insan yasamina sinirlar koyuyordu. Sokagin ortasinda sinirlendiginiz bir kisiyi öldüremezdiniz çünkü kanun vardi ve kanun medeniyetin bir ürünüydü. Aslinda medeniyetin bireyleri kisitlamasi yine dolayli yoldan bireyler tarafindan gerçeklestiriliyordu. Kanunlari bireyler destekliyor ve yine onlar kisitlaniyordu.
Freud’a göre medeniyetin olumsuz taraflarini çekilir hale getirmek için “kader” adi verilen dogaüstü ve evrensel bir kavram yaratilmisti. Insanlarin çaresizligini onlara hatirlatan ve bazi seylerin onlarin kontrolünde olmadigini her firsatta vurgulayan “kader” yalnizca hayatin çileli tarafini çekilir bir hale getirmekle yükümlüydü.
Medeniyet içinde gelisen bireyler çaresiz ve aciz görünüyorlardi Freud’un gözüne. Bu acizligi bir çocugun korumasizligina benzeten Freud çocugun çaresizligini yenmek için baba figürünü benimsedigini söylüyordu. Ayni sekilde medeniyet içinde aciz bir birey de baba figürü yerine yine koruyucu bir güç olarak ortaya çikan Tanri kavramini benimsiyor ve ona siginiyordu. Böylece çocuk ve baba, birey ve Tanri arasindaki bag güven hissi sagliyordu.
Freud insanlarin Din’e olan inancinin atalarindan geldigini fakat atalarimizin bizden daha cahil olduklarini ve bunun kabul edilemez bir sey oldugunu düsünüyordu. Insanlar Din’e öyle kör bir sekilde baglanmis ki artik o sorgulanamaz ve arastirilamaz bir kavram halini almisti.
Din’i bir ilüzyona benzeten Freud, onun insanlarin güdülerini(güven duygusu, baglanacak birsey, vs) tatmin etmek için yaratilmis bir aldatmacadan ibaret oldugunu düsünüyordu. Din ve medeniyet kavramlarini sorgulayan Freud Din’e karsi kuvvetli bir tez sunmus olsa da medeniyet olmadan insanlarin yasayamayacagina karar vermis fakat onu elestirmekten de ileri gidememistir.

devletin yeni sahipleri


























Postacı Yayınevi tarafından yayımlanan kitapta, "İmamın Ordusu'nu yazarken hangi belgenin peşindeydi?", "Bu belge onu neden hedef yaptı?", "Onu bu belgeyi bulup yayınlamaktan vazgeçirebildiler mi?" gibi sorular cevap buluyor.
Kitabın arka kapağından...
"Türkiye'nin en kapsamlı davası, ülkenin üzerindeki darbe gölgesinin kaldırılması ve ülkenin demokratikleştirilmesi için bir umut olarak başlamıştı.
Bu dava ile ilgili bir kitap yazan gazeteci durumun hiç de böyle olmadığını, dalga dalga gelen operasyonların gölgesinde derin devleti ele geçirme savaşının yaşandığını farketti.
Yaşananlar, anlatıldığı gibi düne değil bugüne ait bir hesaplaşmaydı. Yaratılanın sivilleşme ve demokratikleşme illüzyonundan öte bir şey olmadığını gösterecek yeni bir kitap yazmaya karar verdi.
Bir cemaatin 12 Eylül darbesinden sonra devlet içinde nasıl örgütlendiğini, polis teşkilatını nasıl ele geçirdiğini, karşı çıkanların komplolarla nasıl tasfiye edildiğini, kapalı kapılar ardında birilerinin nasıl 'delil yarattığını' yazmaya başladı.
Ama kısa süre sonra kurulan bir pusu, hayata geçirilen bir komployla kitabında anlattığı akıl almaz oyunlardan birinin içinde buluverdi kendini.
Gazeteci Ahmet Şık Silivri Cezaevi'nde yazmaya devam etti ve PUSU'yu anlattı:
'İmamın Ordusu'nu yazmaya nasıl ve neden karar verdi?
'Örgüt arkadaşları'yla emniyette ve cezaevi ring araçlarında nasıl tanıştı?
Gözaltında, Metris ve Silivri Cezaevi'nde neler yaşadı?
Özel yetkili gazeteciler nasıl ve neden saldırdı?
AKP ve cemaatin yeni medyası nasıl dizayn edildi?
Ergenekon operasyonları konusunda ne düşünüyor?
'İmamın Ordusu'nu yazarken hangi belgenin peşindeydi?
Bu belge onu neden hedef yaptı?
Onu bu belgeyi bulup yayınlamaktan vazgeçirebildiler mi?"

15 Mayıs 2014 Perşembe

ama gitme Lavinia


günün en güzel saatleri bunlar, Lavinia...

takıntılı ama gerçek bir dahi



Tesla & Edison rekabeti



Dahiler bilinen dünyamızı parçalara böler, yenilikler katarak yeniden inşa ederler. Takıntıları yüzünden çoğu zaman acı çekerler ama doğru bildiklerinden vazgeçmezler. Yeni dünyalar keşfetmek için sıradan dünyayı terkederler; onlar için yeni kapılar ancak alışılagelmişleri tamamen kapatabildiğinde açılır. Bozulmamış şeyleri tamir etmek için sabahlamak onların işidir.
100 yıldan biraz daha fazla zaman önce, Sırp asıllı Amerikalı bir dahi bozulmamış şeyleri tamir etmeye başladı. Dünyanın büyük bir kısmı hala mum ışığı ile aydınlanırken, modern dünyayı baştan aşağı şekilendiren elektrik devrimini gerçekleştirdi.
Kafanızdaki soruları duyar gibiyim : Elektrik Çağı’nın babası Edison değil miydi?
Herkes ampülü Edison’un 999 başarısız yolu keşfettikten sonra 1000. denemesinde  icat ettiğini bilir. Gerçekte ise Edison ampülü keşfetmemiş, kendisinden önceki 22 bilim adamının çalışmalarını derlemiş ve ampülü nasıl ticarileştirebileceğini keşfetmişti. Günümüz girişimlerinin cebelleştiği değer teklifi, gelir kalemleri, sürdürülebilir rekabet avantajı, pazar büyüklüğü, satış kanalları gibi kavramları daha o zamandan kurgulamış, ar-ge takımı seçiminden, yeni ürün reklam ve pazarlamasına kadar tüm süreçleri çok iyi yönetmiş, dönemin güçlü politikacıları ile arasındaki ilişkileri sıcak tutmuştu.  Bu yönleriyle Edison, bilim dehalarının arasındaki bir ilişki yönetim dehasıydı.
2010 YGA (Young Guru Academy) Zirvesi’nde Güler Sabancı’nın konuşmasından not ettiğim bir cümle:
“Liderlik ve yöneticilik birbirlerine yakın kavramlar olmakla beraber, eşdeğer sözcükler değildir, iyi yöneticilik, bir işin nasıl doğru yapılacağını söyleyebilmektir. Liderlik ise, hangi işin doğru olduğunu ortaya koyabilmekten geçer. "
Edison çok iyi bir yöneticiydi. Günümüzdeki CEO kavramının 1900’lerin başındaki en başarılı temsilcilerindendi. Tesla ise alternatif akımın doğru akıma olan üstünlüklerini ortaya çıkarmış, genel yargılara karşı gelerek yeni bir akıma liderlik etmişti. Bir liderde bulunması gereken yaratıcı dehaya sahipti.
Gelin Tesla ve Edison’un macerasına bir de Outliers kitabından not ettiğim öğretilerin penceresinden bakalım. Malcolm Gladwell’in “Outliers” kitabından yaptığımız alıntılarla, tarihin en büyük sırlarından biri arasındaki bağları kurmak size kalmış.
Tesla Fransa’da Continental Edison Company isimli şirkette çalışırken, patronunun referansıyla New York’un yolunu tutmuştu. Amerika’ya ulaştığında cebinde 4 cent, bir de patronunun referans yazısı vardı. Edison’a verilmek üzere yazılan referans yazısında şöyle diyordu : “Değerli dostum Edison, dünyada iki tane mükemmel insan tanıyorum. Biri sensin, biri de bu yazıyı sana getiren adam”..
Tesla’nın Edison’un yanındaki macerası hızlı başlamıştı. Birçok ilke birlikte şahitlik ettiler. Tesla, modern dünyanın ilk defa şahit olduğu kablosuz enerji transferi, radar, uzaydan enerji toplama gibi fikirlerin tohumlarını yine dünyada çok az grupta bulunan modern laboratuar ekipmanları sayesinde attı. Dönemin en yetenekli mühendisler ve teknisyenleriyle birlikte çalışıyordu.
“Buradaki öğreti çok açık ve nettir. Fakat bu kadar görmezden gelinmesi çok çarpıcıdır. Mükemmel, üstün, ender insanların, tek başına kazanılan zaferlerin efsanelerine o kadar kapılmışızdır ki, aykırı insanların kendiliğinden filizlenip yeşerdiğini zannederiz. Genç Bill Gates’in mucizevi girişimcilik yolculuğuna hayretler içinde bakakalırız. Buradan çıkarmamız gereken ders çok farklıdır. Tarih sadece 13 yaşındaki bir gence, daha 1968 yılındayken ilk zaman paylaşımlı bilgisayar terminalini sınırsız kullanma şansı tanımıştır. Eğer bir milyon gence aynı şans tanınmış olsaydı, günümüzde kaç Microsoft daha olurdu?”
Edison’un hikayesi de Tesla’nınki kadar ilginçtir. Daha küçük yaştayken girişimcilik denemelerine başlamıştır. 12 yaşındayken bir trende dergi ve meyve satıyor, bir yandan da trenin yük vagonunu yerleştirdiği küçük bir baskı makinesi ile haftalık bir gazete basıyordu. Ama bir gün, içinde kimyasal madde bulunan tüplerden biri kırılıp vagonda yangın çıkınca Edison hem trendeki işinden oldu hem de ömür boyu ağır işitmesine yol açacak biçimde yaralandı. Daha sonra telgrafçılık öğrenmeye karar veren Edison 1863-1868 yılları arasında ABD ve Kanada'da birkaç telgrafhanede çalıştı. 1868'de bir atölye kurdu ama yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston'dan New York‘a gitti. 1880'lerde Florida'dan bir arsa satın aldı ve daha sonra burada kışları kalmak için kendine küçük bir ev inşa ettirdi. Otomobil endüstrisinin büyük adamı Henry Ford yakın bir zaman sonra Edison'un evinin birkaç yüz metre ötesine taşındı. Bu vesileyle tanışan Edison ve Ford ölene dek arkadaş kaldılar.
I. Dünya Savaşı'nın başında Tesla, Amerikan Donanma Karargahı’na giderek Alman denizaltılarının yerlerinin bugün radar olarak adlandırılan sistemle teşhis edilebileceğini söylemişti. Edison ise donanma yönetimini bu fikrin pratikte çalışmayacağına ikna etmişti. Edison, o dönemde müthiş ikna kabiliyetini ve geniş çevresini kullanarak Amerikan Donanması’nın ar-ge müdürü olmuştu.
“Yaşadığımız çevrenin değer yargıları ve etrafımızdaki insanlar, bizim şu an olduğumuz kişiyi belirleme konusunda büyük etkiye sahiptir. Kim olduğumuz, nereden geldiğimizden ayrı olarak düşünülemez.”
Edison Tesla’ya verimsiz DC Jeneratör ve motorlarının verimini artırması için 50.000 dolar teklif etmişti. Tesla bunu başardı, fakat Edison’dan hakettiği parayı alamadı. Edison’un bir gün Tesla’ya gülerek “Tesla, Amerikan mizahından anlamıyorsun dostum.” dediği kayıtlara geçmiştir. Sırp asıllı Tesla, Edison’un gözünde hiçbir zaman eşit seviyedeki bir çalışma arkadaşı olmamıştır.
“Kültürel izler güçlü yönlendiricilerdir, kökleri çok derindedir. Nesilden nesile geçerler, ekonomik, siyasi ve toplumsal olayları etkilerler. Davranışlarımızda o kadar büyük etkileri vardır ki, dünyaya onlar olmadan anlamlandıramayacağımızı düşünürüz.”
Tesla, Edison’un izlediği politikaya duyduğu hayal kırıklığı sonrası tüm patentlerini 15 Milyon dolara George Westinghouse’a satmıştır. Tamamen özgürleşip, ünlü New York 5. Cadde’deki ar-ge laboratuarını açtıktan sonra Avrupa’nın birçok şehrini gezmiş, iletişimde olduğu birçok bilim adamıyla fikir paylaşımında bulunmuştur. Tesla ne kadar burnunun dikine giden, dış dünyaya kulaklarını tıkayan bir deha olarak görünse de yenilikçiliğin ancak kat üstüne kat çıkılan, başkalarının düşüncelerine değer verilen ortamlarda doğacağının farkındaydı.
“Bu bir bahane değildir, bir gerçektir. Hiçkimse, rock yıldızları, atletler, yazılım milyarderleri, nobel ödüllü bilimadamları da dahil olmak üzere hiçkimse başarıyı tek başına yakalamamıştır."
Niagara Şelaleleri’nde ilk hidroelektrik santralinden, transistörün keşfini sağlayan bilimsel altyapıya, neon aydınlatmadan uzaktan kumandaya, röntgen cihazından radyoya kadar başkalarının bulduğunu düşündüğümüz birçok bilimsel buluşun temellerini Tesla atmış, çalışan prototiplerini yapmıştı. Hayatını fikirlerini kabul ettirmeye adamış ama Edison’un negatif propagandasının gölgesinde bir deli bilimadamı yaftasını almıştı. Düşüncelerini o dönemin bilimsel zihniyetine kabul ettirememişti. Edison ise ampülün ticarileştirilmesi ve hemen sonrasında İstanbul Beyoğlu da dahil dünyanın birçok köşesinde sokak aydınlatmasında kullanılmasıyla kazandığı ünü çok iyi kullanmış, yeni şirketler açmıştı.
“Bahsettiğimiz aykırı insanlar; başarılı kişiler, başka bir deyişle gelecekteki başarılarına etki edecek özel olanaklar sağlanan kişilerdir. Başarı rastgele bir olgu değildir. Tahmin edilebilir, kurgulanabilir güçlü durum ve fırsatların sonucunda oluşan durumdur. Ancak zengin işadamları yeni ihaleleri ve vergi aflarını almaya hak kazanırlar. En iyi mentorluğu alan lise öğrencileri en iyi üniversitelerde okumaya hak kazanır, en başarılı hocaların elinde yoğrulurlar, mezun olunca en iyi işlerde çalışırlar. Başarı sosyologların deyimiyle “birimkimli avantaj”dan başka birşey değildir."
8 dili akıcı olarak konuşabilen Tesla okuduğu tüm kitapları ezbere anlatabilir, onlardan referans verebilirdi. Düşündüğü makinelerin konsept tasarımını kafasında yapar, simüle eder, tam anlamıyla içine sinene kadar deneylere geçmezdi. Günümüz dünyasında hala çözülmeye çalışılan birçok yenilikçi teknolojiyi o zamandan kurgulamış, teknik gereksinimlerini çıkarmıştı.
Bir kitabında : “Kablosuz iletişim teknolojileri dünyamıza tamamen uygulandığında dünya her bir parçasına dinamik tepki verebilen yekpare bir beyin haline gelecektir.” demiştir. O zaman herkesin dehasının deliliğe kaydığından şüphelenmesine yol açan bu fikri, önümüzdeki 50 yılın teknolojisi olacak olan makineler arası kablosuz iletişim (internet of things) ve akıllı şehir teknolojilerinden başka birşey değildir.
Buna karşılık Edison, çalışanlarından biri bir yenilikçi fikirle kapısına gelir gelmez Amerikan Patent Ofisi’nin yolunu tutardı. Çok iyi bir not tutucu, fikir ve yetenek avcısı idi. Hatiplikteki uzmanlığı, fikirlerini tutkuyla anlatışı o zamanın bankerlerinden fikirlerine yatırım alabilmek için en güçlü silahıydı. Büyük meydanlarda yaptığı gösterişli ürün tanıtımları ile halkı etkilemeyi başarmış, onların desteğini arkasına almıştır. Konuşmalarını ezberler, halkın karşısına çıkmadan önce onlarca kere çalışanlarının önünde pratik yapardı.
“Kimin bir şeyi yapmayı başarmış, kimin başaramamış olduğunu belirlerken toplumun etkisini o kadar küçümsüyoruz ki…”
“ O ödevlerini yapmamasına rağmen hocalarıyla uygun bir dille konuşur, onları tatlı dille ikna ederdi. Bu içinde yetiştiği çevrenin ona kattığı bir yetenekti. Hayatı boyunca zor durumlardan herkesin suyuna giderek, denge politikasıyla sıyrılabilmişti.”
“ Başarı  yetenek ve hazırlığın birleşimidir. Psikologların, Tanrı vergisi yeteneklerle donatılmış başarılı insanların hayatlarını mercek altına aldıklarında gördükleri, başarıda yeteneğin payının giderek düştüğü, çalışmanın payının ise giderek arttığıdır.”
Tesla hiç evlenmemiş, sosyal ilişkilerde hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Sabah 8’den akşam 8’e kadar çalışır, 8-10 arası akşam yemeğini hiç sektirmez, gece 10’dan sabah 4’e kadar yine çalışırdı. Sonrasında da ay ışığında yürüyüş yapardı. Kafasında yenilikçi bir fikir ışığı yanınca, o fikrin teorisini ispatlamadan rahat edemiyordu. Bir keresinde sorular üzerine “Ben hiçbir zaman uyumam” dediği kaydedilmiştir. Tesla’nın günde 2 saat uyuduğu söylenir, Newton ise 3 saat uyuyordu. Sizce bu bir tesadüf mü?
“Pratik, siz mükemmelleştiğinizde yaptığınız birşey değildir. Sizi mükemmelleştiren şeydir.”
“Araştırmacılar bir konuda gerçek uzmanlık için gerekli olan sihirli sayıda karar kılmışlardır : 10.000 saat çalışma”
“Eğer başkalarından çok daha fazla çalışır, iddialı olur, bir de akıl ve yaratıcılığınızı ideal oranda kullanabilirseniz, dünyayı tutkularınıza göre şekillendirebilirsiniz.”
Edison Tesla’nın başarısını bastırmış, halkın dikkatini başka yönlere çekerek ve politik nüfusunu kullanarak destek almasını engellemiştir. Fakat pozitif bilim ve teknoloji er ya da geç itibarı sahibine verir.
Tesla’nın itibarını geri kazanması çok geç olmuştur. New York’ta meteliksiz olarak bir otel odasında tek başına ölümünden çok çok sonra. Edison-Tesla savaşının ortasında, 1917 yılında yaşanan ironik bir olay Tesla’nın talihsiz serüvenini özetlemekteydi. Tesla, Amerikan Elektrik Mühendisleri Enstitüsü (bugünkü IEEE) tarafından Edison Madalyası'na layık görülmüştü.
İyi bir lider hayal kurar ve etrafındakileri kurduğu hayale inandırır. Tesla etrafındakileri gördüğü geleceğe inandıramamıştı. Belki de başka bir devrin insanıydı. Çok bilinmez, Tesla, hikaye sanatının duayenlerinden Mark Twain’in çok yakın arkadaşıydı. Fakat hikayelerini hiçbir zaman Twain kadar etkili anlatamamıştı. Unutmayalım ki hikayeler kadar hikayeleri nasıl anlattığımız da önemlidir.
çıkmaz
eskiler....
kimbilir, belki ilerde....

BİR ‘BEN’LİK DEVRİMCİSİ: SIGMUND FREUD

BİR ‘BEN’LİK DEVRİMCİSİ: SIGMUND FREUD

İnsanlığın hayata bakışında radikal bir devrime yol açarak, ‘ben’ kavramını fark ettiren Freud,‘Zihnin Kaşifi’ adlı kitapla karşımızda. Freud’un özel arşivindeki görselleri ve belgeleri sayfalarına taşıyan kitap, ünlü ismin hayat hikayesini ve devrimci düşüncelerini aktarıyor.
 zihnin-kasifiModern Batı felsefesinin temelinde Descartes vardır. Descartes, kendisinden önceki filozofların da sıkça başvurdukları, her şeyden şüphe etme tavrını ortaya koymuş fakat kendisinden önce hiç kimsenin varmadığı bir sonuca varmıştır. Descartes’ın devrimi, derin bir şüphe sonunda ‘hiç’e ya da Tanrı’ya değil de, ‘ben’ kavramına ulaşmasında yatmaktadır. rene-descartes
Ben’e ilişkin ikinci büyük devrim ise Freud’un buluşları ve önermeleri olmuştur. Descartes’ın kartezyen felsefesinde kesin bir şekilde zihin ve beden olarak ikiye ayrılan kişinin rasyonel kısmı zihin, rasyonel olmayan kısmı ise beden olarak tasarlanmış ve bu ikili kendi içlerinde homojen iki varlık olarak resmedilmişti. Buna göre zihnin yönettiği ‘ben’, rasyonel bir varlık olarak ortaya çıkıyordu. Aydınlanma felsefesinin de temel argümanı olan bu rasyonel ben düşüncesi, kişinin her durumda rasyonel ve kendi çıkarlarına uygun şekilde davranacağını öngörmektedir.
BİLİNÇ Mİ, BİLİNÇSİZLİK Mİ?Bununla birlikte, aydınlanma felsefesinin muhalifi olan romantik akım, kişinin her zaman rasyonel olmadığını, pek çok içtepisinin de peşinden koştuğunu, idealler seçerken bunu aklıyla değil, kalbiyle seçtiğini savunmuştur. İşte Freud bu romantik akımın, özellikle de Alman romantiklerinin ve Alman idealistlerinin sistemli bir şekilde çözümlemeden fakat sezerek, şiir, edebiyat ve felsefe imlediklerini bilimsel bir biçimde ortaya koymaya çalışmıştır. Freud’un tezi, rasyonel olanla rasyonel olmayanın zihinde bir arada bulunduğudur. ‘Ben’in rasyonel olmayan kısmı ne bedenden, ne de duygulardan gelir, bizzat zihindedir. Hatta Freud düşüncesinde zihnin büyük bölümü rasyonellikle değil, rasyonel olmayanla doludur.
Ona göre tüm psişik eylemler bilinçsizliğin ürünleridir ve buradan bilinçlilik aşamasına geçenler ne farklı, ne de üstün bir türü temsil ederler. Bilinçsizlik hiçbir şekilde ruhun bir kalıntısı değil, aksine ilk maddedir, bilincin aydınlanmış yüzüne çıkansa onun en ufak parçasıdır. Freud’un buluşu, hayatımızın rasyonellik küresi içinde serbestçe gelişip yayılmadığı, aksine bilinçsizliğin durmayan baskısına uğradığıdır. Kişinin yaşamının her anı görünüşte unutulmuş bir geçmişin dalgaları altındadır. Dünyamız ve yaptıklarımız, bilinçli iradeye ve mantıklı akla ait değildir, çünkü temel kararları yanardağlar gibi bilinçsizliğin karanlıkları fışkırtır. Freud’a göre bilinçsizlik dilsiz değildir ve kendisini başka belirtilerle ve sembollerle sıkça açığa vurur.
ÜÇE BÖLÜNMÜŞ BENLİKDescartes’ın Tanrı’dan bağımsızlaştırdığı ben’in içini inceleyen Freud, benliği altbenlik, benlik ve üstbenlik olmak üzere üç parçaya bölmüştür. Bu üçleme genellikle dünyada ve ülkemizde id, ego ve süperego olarak bilinmektedir. Oysa Freud’un bu üç kavram için kullandığı orijinal terimler ‘das Es’, ‘das Ich’ ve ‘das Über-Ich’ şeklindedir. ‘Das Es’, Türkçe’de üçüncü tekil şahıs anlamına gelen ‘o’ ile karşılanmaktadır fakat Almanca’da ‘das Es’ ile yalnızca cansız varlıklar ile hayvanlar ‘o’ şeklinde nitelendirilmektedir; yani bu kavram insanı nitelememektedir. ‘Das Ich’, birinci tekil şahıs anlamına gelen ‘ben’ sözcüğüdür. ‘Das Über-Ich’ ise ‘üstün ben’ ya da ‘üstben’ olarak çevrilebilir. Yaygın kullanım olan id, ego ve süperego terimleriyse Freud’un değil, onun kitaplarını İngilizce’ye çeviren James Strachey’in, Freud’un söz konusu kavramlarına bulduğu Latince karşılıklardır.
sigmund-freud-Benlik
Freud’a göre ‘o’, ile karşılanan altbenlik kavramı kişinin fiziksel enerjisinin kaynağıdır ve kişiliğin temel öğesidir. Tamamen bilinçdışıdır ve haz ilkesine göre çalışır. Yani istediklerine ve gereksinimlerine hemen ulaşmayı hedefler. Freud’un bu kavramı ‘das Es’ ile karşılamasının nedeni, bu kavramın kişinin hayvani kısmını oluşturmasından ileri gelmektedir. ‘Ben’ ise gerçeklik ilkesine göre çalışmaktadır ve dış dünyada neyin mümkün olabileceğini anlayarak, kendi sınırlarını fark ederek, isteklerini ve gereksinimlerini elde etmeyi bu sınırlılıklara göre elde etmeyi başarır. ‘Üstben’ ise ideal standartlara uygun davranış gösterilmesi için toplumun koyduğu bariyerlerdir. ‘Ben’, ‘üstben’ ile ‘o’ arasında bir denge kurarak kendisini gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla ‘ben’in harekete geçme güdüsü kartezyen felsefenin aksine bilinç değil, bilinçdışıdır. Bilinçdışı ister ve motive eder, bilinç ise onun motivasyonu ile harekete geçer ve onun isteklerini toplumun değer yargıları ve fiziksel sınırlamalar çerçevesinde meşrulaştırarak elde etmeye çabalar.
RESİMLİ FREUDBunları ortaya koyan Freud da bu üç kategoriden bağımsız değildir ve ortaya koyduğu ‘ben’lik, Freud’a ilişkin pek çok biyografi çalışmasında araştırma konusu olmuştur. Dahası Freud’un bir de otobiyografi çalışması vardır. Freud’a ilişkin Sigmund-Freuden önemli iki biyografi çalışması Freud’un dostları olan Ernest Jones ile Stefan Zweig’ın çalışmalarıdır. Bu iki yazar, Freud’un yaşamının son 17 ayını geçirdiği Londra’daki evinde de Freud’u pek çok kez ziyaret etmişlerdir.
Bu müzedeki koleksiyondan pek çok görsel içeren ve Ruth Sheppard tarafından yazılan bir yeni Freud biyografisi ‘Zihnin Kaşifi’ (Explorer of the Mind) adıyla 2012 yılında İngiltere’de yayınlandı. Aynı yıl içerisinde Türkçe’ye çevrilen ‘Zihnin Kaşifi‘, Freud üzerine 20 altbölümden oluşan ve özel arşivinden elde edilen 15 özgün belgeyi de içeriyor. Bu biyografide, inşa ettiği teorilerle bütün 20. yüzyıla damgasını vuran ve dünyanın algısını değiştiren büyük bir devrimcinin teorilerinin yanı sıra; Naziler tarafından her şeyi elinden alınmış, kanser hastası bir Yahudi’nin, hayatının son aylarında İngiltere’ye kaçmak zorunda kalan ve sonunda burada intihar ederek yaşamına son veren bir Sigmund’un öyküsünü bulacaksınız.
Bitmeyen KavgaAmerikalı yazar, John Steinbeck'in bir romanıdır. Yazar, bu kitabında meyve toplayıcı işçilerin grevini anlatırken, onların elebaşları olarak nitelendirdiği Marksist-Leninist düşünceye bağlı iki işçinin yaşadıklarını da ele almaktadır.

Germinal

Germinal, genellikle Émile Zola'nın en iyi eseri ve Fransız edebiyatının en iyi romanlarından biri olarak gösterilir. Roman, 1860'larda kuzey Fransa'da, uzlaşmaya yanaşmayan maden işçilerinin şiddetli ve gerçek grev öyküsünü konu alır.